29 Eylül 2010 Çarşamba

Kağnı / Ses

Arap Hayri
"Mektep kitaplarındaki haritalarda bir insan eli kadar küçük görünen Anadolu, çeşit çeşit, birbirine benzemez insanlarla doludur. Öbek öbek kasabacıklar, kendi içlerine kapanmış birer küçük dünyadır. Gerçi, bozkırları altmış kilometre ile geçen trenin arasıra durduğu tenha istasyonlardan veya tenezzüh otomobillerinin yarım saat için mola verdiği ağaçlı hükümet meydanlarından bu dünyayı görebilmek kolay, hattâ mümkün değildir, fakat yirmi beş yolcu taşıyan bir Şevrole kamyonla buralara gelip üç dört gece kıraathanenin üstündeki otel kılıklı yerde yahut avlusu çamur ve benzin kokan handa kalanlar, eğer gözleri kör değilse, hayatın akışına sessizce uyup giden, başlıbaşına bir dünya görürler. Fakat bu da görmek değildir. Oralarda uzun zaman oturmak, akışa kapılarak yaşamak lâzımdır. Birçok büyük şehrimizi dolduran ve dünyayı oradan ibaret sananlar bu kasabalara geldikleri zamanlar, ne kadar ayrı bir âlemin insanları olduklarını anlarlar. Kendileri için ehemmiyetli olan birtakım şeylerin buralarda adının bile anılmadığını, senelerin burada ancak resmî birkaç binada ve kahvenin mermer masasının üzerinde çay lekeleriyle yatan bir iki gazetede yürüdüğünü, yaşlı arabanın yerini tutan otomobilin, küçük bir daire üzerinde ağır ağır dönen hayatta bir değişiklik yapmadığını fark edince şaşırır ve hemen kaçmak ister.
Bilmezler ki donmuş sanılan hayatın da büyük dalgaları, şehirlerdekine nazaran daha az aktörce, daha çıplak ve içten ihtirasları, daha sarsıcı maceraları vardır. Bu maceralar büyük bir olağanlık içinde geçip gittiğinden roman veya piyes haline konulmazlar, pek seyrek olarak bazı gazetelerde bir taşra muhabirinin mektubu olarak çıkar ve unutulurlar." (s.30-31)

Memleket Hikâyeleri

Komşu Namusu
"İnsanlar yalnız kendi saadetlerini iyice duymak için yalnız başkalarının felaketlerini arar ve hodbinliklerinin böyle bazı nevilerine fazilet unvanı vererek meselan aldatılan bir kocayı ikaz etmeyi 'ahlak' addederler. Halbuki bunun aslı, başkasının felaketinden duyulan vahşi zevk, kendisini ondan mesut görmek için hazırlanmış garip bir delildir." (s. 126-127)

13 Eylül 2010 Pazartesi

Kâtip Bartleby

Alıntı "yapmamayı tercih ederim."

8 Eylül 2010 Çarşamba

Manzaradan Parçalar: Hayat, Sokaklar, Edebiyat #6

Albert Camus
"Yazarlara önce yazdıkları kitaplar sayesinde hayran oluruz elbette. Yıllar geçtikçe o kitapları ilk okuduğumuz dönemle, günlerle ilgili hatıralarımız ve kitabın bizde uyandırdığı ve ilk başta fark etmek istemediğimiz özlemler ve duygular, kitapları ilk okurken duyduğumuz hayranlıkla birleşir. Artık o yazara dünyanın içimize işleyen bir resmini bize sunduğu için değil yalnızca, hayatımızın ve ruhsal gelişimimizin bir parçası olduğu için de bağlılık duyarız." (s. 281)

Manzaradan Parçalar: Hayat, Sokaklar, Edebiyat #5

Coleridge'in Yaşlı Gemici'si
"Büyük şair, içinden gelen sesi tanıyan, ona güvenen, kendine ve söyleyeceği sözün gücüne güvenen kişidir. İçimizden geleni dinlemeyi öğrendiğimiz anda, ister şair olalım, ister romancı: şiirin, romanın olması gerektiği gibi, yazılması gerektiği gibi yazıldığını da hissederiz.
Bu bakımdan şiir de roman da aynıdır. Biz yazarlar, şiirlerimizin, romanlarımızın, orada anlattığımız, gösterdiğimiz her şeyin, her olayın, her nesnenin kendilerinden başka, bir de ikinci anlamları olması gerektiğine inanmayız. Kendi adıma söyleyeyim: Tam tersine inanırım. Romandaki olayın, (yerini anlatının içinde güzelce bulmuşsa) ne anlama gelebileceğini bilmemek en iyisidir. Yalnız şiirlerin anlamı ve değeri değil, romanların anlamı ve değeri de, okura verdikleri zevkle, güzellikleriyle, okura sundukları deneyimin (okuma serüveni) derinliği ve şaşırtıcılığı ile ölçülmelidir. Bu güzellik ve okuma tecrübesinin boşluğu metnin yüzeyinde kalmaz, ta derinlere gider. Hayatın, insan olmanın, bu dünyada yaşamanın anlamının derinliklerine... Gene de bizi bu derinliklere sürükleyen sahnenin, olayın ne anlama geldiğini biz yazarlar, şairler çoğu zaman (her zaman değil) bilmeyiz, akıllıca bir tutumla bilmek de istemeyiz. (Akıllı eleştirmenler, zeki yorumcular, tutkulu okurlar bazan, bunu bizden daha iyi bilirler, sezerler.)
Kendimden son bir örnek: Anlaşılması en zor romanımın Yeni Hayat olduğu, hele kitabın ilk çıktığı 1994 yılında, Türkiye'de çok yazıldı, çok söylendi. O günlerde hiç tanımadığım bir okurla telefonda konuştum. Anlaşılmaz olduğu söylenen Yeni Hayat hakkında çok övücü sözler de söylediği için kendimi tutamadım ve okura kitabımdan ne anladığını sordum.
'Bilmiyorum ne anladığımı.' dedi okur bana. 'Ama çok hoşuma gidiyor.'" (s. 231)

Manzaradan Parçalar: Hayat, Sokaklar, Edebiyat #4

Okusak da Okumasak da: Binbir Gece Masalları
"Binbir Gece Masalları hakkında söylenen çok yaygın iki söz vardır. Birincisi bu kitabı baştan sona şimdiye kadar kimsenin okuyamadığı üzerinedir. İkincisi Binbir Gece Masalları'nı baştan sona okuyan kişinin öleceği üzerinedir. Birbiriyle gizli bir mantıkla birleşen bu iki uyarı, okuru ihtiyatlı olmaya itecektir elbette. Ama fazla korkaklık etmeye de gerek yok. Binbir Gece Masalları'nı okusak da okumasak da, sonunda biz de öleceğiz." (s. 225)