16 Aralık 2009 Çarşamba

Uykuların Doğusu

Yük vagonları akıp geçince, aynı katarla birlikte giden yolcu vagonları geldi sonra. Bu vagonlarda, sessizce diz dize oturan, birbirleriyle hararetli bir şekilde konuşan, yarı beline kadar dışarıya sarkan, ya da burunlarını camlara patates gibi dayayıp sağa sola rasgele sallayan askerler vardı.
Onları görünce, ihtiyar elini hemen çekti nedense.
Çektikten sonra da, öne doğru eğik duran gövdesini doğrulttu ve şakır şakır hızlanan vagonların arkasından, kalbi onlarla birlikte gidiyormuşçasına sessizce baktı.
Aynı şekilde ben de baktım tabiî.
Hatta ben, bu tanklar, bu geniş gölgeli devasa kamyonlar, bu cipler ve askerler acaba kimin emriyle nereye götürülüyor, dedim kendi kendime. Sonra, gözlerimi gar binasındaki kalabalığın üzerinde gezdirerek, peki, bunca şey neden bu insanların dikkatini çekmiyor ve insanlar bu dehşet verici manzara karşısında neden telaşlanmıyorlar, dedim. Sonra acaba bu tanklar Ortadoğu'nun karanlığında yüzen, açlığın ve salgın hastalıkların kol gezdiği o ilacı kesilmiş yoksul şehirlere doğru mu gidiyor, dedim. Sonra, gidince kim bilir kaç evi yerle bir edip çığlık çığlığa kaç mahalleyi yıkacaklar ve o sırada yeryüzünden yükselen sesler kim bilir gökteki yıldızları nasıl sarsacak, dedim. Sonra, gacır gucur öten koca dişli paletleriyle kim bilir bu tank sürüleri yere kapaklanıp kalan pembe yanaklı kaç çocuğun üzerinden geçecek, dedim. Sonra, vagonların tepesinde uslu uslu duran bu kamyonlarla cipler de kim bilir tank ateşiyle yanıp kavrulan kaç rüyanın külleri arasında gezinecek, dedim. Sonra, acaba vagonlardaki bu askerlerden kaçı sağ salim geri dönecek ve döndüklerinde acaba tank paletlerine yapışıp kalan kanlı pürçeklerle küçücük ellerin görüntüsünü gözkapaklarının içinden nasıl silecekler, dedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder