31 Ocak 2011 Pazartesi

Narla İncire Gazel #10

"Kimin nasıl bir anısı haline geleceğimizi hiçbirimiz bilemeyiz..." (s. 136)

Narla İncire Gazel #9

İnsanlar Kitabı
"Bir kitap --- yazaru "bu kitaba her düşündüğümü, her tasarladığımı, her yaşadığımı koyacağım" diyenlerden bile olsa --- ancak bir yazıp on atmak, en vazgeçilmez görünen yeri bile sırası gelince atmak koşuluyla biter. Sırası gelince... Yani bitmiş görünen kitabı, her tasarladığını unutarak, yazmış olduğunu bile unutmağa çalışarak, en baştan ele aldığında... Yazma işini böyle anlayan da var, öyle diyelim. Kitap ancak sen, ürettiklerinin çoğunu atmağa razı olduğunda, yani kitabın belirli parçalarının, öğelerinin kendi kendine yeten bir düzen kurduğunu görebildiğinde biter. Kim bilir, bu düzeni başta biraz sezmiş, kurmağı bir ölçüde tasarlamış olabilirsin. Ama bu düzen ancak yazdıkça, yazmak için kafandakileri ayıkladıkça kurulur. Böyle şeyler söylemek birçok sorunun sorulmasına yol açar; ama bu sorular, bir bakıma, boş yere sorunun sorulmasına yol açar; ama bu sorular, bir bakıma, boş yere düşündüklerini açıklaması, kendi açısından anlam taşımaz. Onu okuyan için de, yazarın düşündükleri değil, yapabildikleri ---ya da, yapamadıkları--- önemlidir. Onun düşüncelerinden yararlanıp yazı yazacaklar, yazı yazmasını öğrenecekler... diye bir şey olamaz. Yazı yazacak kişi, başkasından öğrendiğini, o başkasının kitabını okuyarak öğrenir. Yazı yazma üzerine düşünceler, tartışmağa, düşünmeye yarar. Yazıyıu öğrenmeğe değil.
Çocuk büyüyor; anası babası olsun, onların yakınları olsun, kimi huyunu, davranışını beğenmiyor çocuğun; açıkça söylüyor ya da içinden geçiriyor. Demeğe getirdikleri, "böyle olmayabilirdi" o kadar. "Şöyle olacağına böyle olaydı ya," da denir; ama o denene, diyen de inanmaz. "Böyle olmayaydı keşke"... Herkes bir şeyler dileyebilir ya, olacak var, olmayacak var. Sınırlarının farkındayızdır, dururuz; kendimizi bu duruma uyarlarız, yapacağımız budur.
İnsan söz konusu olduğunda kabul ettiğimizi, örneğin sanatta kabul etmemiz niye bu kadar güçleşiyor?" (s. 128)

Narla İncire Gazel #8

İnsanlar Kitabı
"En usta, en iyi niyetli, en çalışkan okurun bile önünde, yazılması durmuş, kıpırtısız metin vardır. Yaşamak ile yaşanmışı okumak gibi bir şey. Mi?" (s. 91)

Narla İncire Gazel #7

İnsanlar Kitabı
"Yazı yazarken, her tümceyi, tümce parçasonı, sırasında her sözcüğü, arkasından gelecek olan tümceden, parçadan, sözcükten ayıran, uzun ya da kısa, bir süre vardır; ikircikle, olasılıkların, olanakların gözden geçirilmesi, tartılması, seçilmesiyle, verilen kararın bir daha, bir daha düşünülmesiyle doldurduğum bir süre... Okur, bu süreyi bilmez, yaşamaz." (s. 89)

Narla İncire Gazel #6

İnsanlar Kitabı
"Az konuşan, yalnızlığı asıl durumu bellemiş insanların çok konuştuklarını farkettiklerinde birden utanıp susmalarına benzettim susuşunu. Okumamış olduğum sayfayı çevirirken 'on dakikadan önce konuşmağa yanaşmazsa, doğru düşünmüş olacağım," diye bahse giriyorum içimden." (s. 88)

Narla İncire Gazel #5

Üç Tanımlık Ara Söz
"Yaşamımıza doldurduğumuz, yaşamımızı doldurduğumuz işler üşüşüyor usuma. Vaktimiz azaldıkça ağırlığı artan, umutsuzluğu gönlümüze çöken işler. İsteğimiz azaldığı için gücümüzün de azaldığını sandığımızdan gözümüzde büyüyen "yapılacak iş" yığını..." (s. 41)

Narla İncire Gazel #4

Hayvanlar Kitapçığı
"İnsanın bir zamanlar farkında olduğu bir dirim dengesi ortaklığının yerine, sömürücülüğün ya da daha kötüsü, aldırışsızlığın da ötesinde bir bakar körlüğün almış olmasını ürkünç buluyorum." (s. 31)

Narla İncire Gazel #3

Hayvanlar Kitapçığı
"'Eğitsel' hayvanlarımız çocuk kitaplarında kala, ayılar, tavşanlar, köpekler evlerin birer köşesinde tozlana ya da güvelere yem oladursun, onları kucaklarında sıka sıka uyumuş olanlar şimdi arabalarının önüne çıkan sevilmişleri çiğnememekle yetinmeyi iş sayıyorlar. (Arabalarımıza binip nerelere yetişiyoruz? Yazgımızdaki hangi ölüme, ölümlerden hangisine?)" (s. 23)

Narla İncire Gazel #2

Hayvanlar Kitapçığı
"Batan güneş ister yatay ister düşey konumlarında dakikalar boyu bakmak, belki de en çok sevdikleri birkaç şeyden biri... Dünyanın eski, çok eski bir çağının bugün bizlerle birlikte yaşamakta olduğunu anımsatırlar bize. İçimizde dünyanın çok eski bir çağını taşıdığımız da, insanca edindiğimiz bilgilerden çıkarılabilecek bir başka bilgi. Farkında mıyız?" (s. 19)

Narla İncire Gazel

"Fotoğraflar biriktikçe, öncelik-sonralık dediğimiz bir bağıntının, önemini yitirdiğini, zamanla yok olduğunu görürüz. Anlatmağa değer gördüklerimizin kavranabilmesi, niye bir sıraya uyulmasına bağlıymışçasına düşünüp eyleriz ki?" (s. 10)

24 Ocak 2011 Pazartesi

21 Ocak 2011 Cuma

Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra #6

"Hayatında ilk kez kitaplardan biraz ürktü sanki. Farklı kalınlıktaki, boyda ve renkteydiler ama gizli, ortak bir niyetleri vardı ve bu niyetleri anlaşılmasın diye sırtlarını dönmüş yan yana duruyorlardı." (s. 129)

Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra #5

"Her şeyi yerli yerinde, tıkır tıkır işleyen bir hayat kurduğunda, o hayatı yerle bir edecek bir felaket kurgulamak da farz olur." (s. 109)

"İnsan yarattığını yok edebilmek de ister." (s. 109)

Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra #4

"Küçük şeylerden filizlenen, büyüyen balta girmemiş orman. Ona yazgı diyoruz, ama masa saatinin içine nasılsa girip altı rakamının dibinde ölmüş kalmış küçük bir sinek de diyebiliriz. Çünkü artık burada, bu dünyada her şey parçalar halinde ve her bir parça diğerinin yerine geçebiliyor. Yadırgamıyoruz. Çıldırmamız gerek ama yadırgamıyoruz. Ben örneğin hem kendini beğenmiş biri hem bir akvaryum balığı olabiliyorum, tül tül yüzgeçlerimle aptallık ve ölüm taşıyorum. Bu balık gerçeğin kendisi olabiliyor, ama gerçek daima biraz hüzünlüdür. Gerçeği ararken bir yandan da bulduğumuz anda değiştirmeyi düşleriz. Çünkü aynı zamanda gerçek daima biraz utanç vericidir.
Utanç bizi ikiye böler. İkiye bölünmenin en dayanışmaz yanı, iki parçanın da hâlâ canlı olmasıdır. İnsan herhalde bu yüzden kendini öldürmeye kalkışır. İkisinden biri gitsin, der.
Bilge her zaman tek parçadır ve bir tepeyi tırmanır. Zaten bilgeden beklenen de budur. Bilge tepeyi tırmanırken, yukarıdan bakıyorum yine de körüm, der geniş kanatlı kuş. Dilimi ısırdım derdim içimde kaldı, diye inler taş. Kuşun gördüğünü olmak ister bilge, taşın derdini dinleyen. Çünkü ondan beklenen budur.
Ben bilge değilim.
Bir şey sunulmuştu bana, bir hediye, bir meyve. Ama ben o meyveden tadamadım, gök erik gibi kaldı avucumda dünya. Şimdi ben uykusuzum, yalınayağım, kendimle meşgulüm. Kapımın önünde boş peynir tenekeleri, yağmur suyu biriktiriyorum. Kendi kendime, sanatçı tecrübe edinemeyen insandır, diyorum, bu dünyada hiçbir tecrübesi olmayan insandır, ama şimdi sen karala bunun üstünü, yırt sen bunu olmadı çünkü, olmadı işte.
Nafile" (s. 98)

Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra #3

"Daha mı iyi çıplak ayaklarını yakan geniş kumsalın bitmesi?
Çünkü sonrası büyük, soğuk deniz." (s. 71)

Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra #2

"... Çünkü edebiyat bu soruyla başlar. Sana anlamsız gelebilir ama ben bu soruyla birlikte kompozisyonu yazanın gerçekten de 'başka biri' olduğunu ve bu başka birinin içimde bir yerde olduğunu, benim görüp işittiğimi bile fark etmediğim şeyleri görüp işittiğini, sonra da kâh kendisini köle olarak kâh beni köle kılarak yazdığını ilk bu soruyla keşfetmiştim." (s. 30)

Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra

"Benim için artık bir şehirden, yaşadığın bir yerden nefret etmek kendini aşırı sevmek anlamına geliyor." (s. 17)

4 Ocak 2011 Salı

Göçmüş Kediler Bahçesi #6

Masalın da Yırtılıverdiği Yer
"Masallar, alışılagelmiş bir düzen içinde
(gerçekte, her gün yineleyip durduğumuz birkaç devinime bile alışık olduğumuz söylenemez
ya birtakım temel olguların -kabaca da olsa- yineleyeceğini düşünegelmenin yaşamı
kolaylaştırır gibi olmasından başka bir dayanağı yoktur bu 'alışılagelmiş'in)
alışılagelmiş bir düzen içinde akıp giden yaşamın
(yaşamın inişli yokuşlu akıp gittiği imgesine gerektiğinden çok bel bağlarız, unutmamalı)
alışılagelmiş bir düzen içinde akıp giden yaşamın bir yerinde, bu düzen, bu alışılmışlık dokusunun yırtılıvermesinden ortaya çıkmıştır hep." (s. 226 - 227)

Göçmüş Kediler Bahçesi #5

Masalın da Yırtılıverdiği Yer
"Belki de en 'mutlu' masal, birbirlerine saygı duymuş, birbirlerini sevmekte gerçek eşitlik tansığına ulaşmış -ya da ulaşmağa çalışmış- sevgililerin masalı; bir araya gelmeleri için, ölmeleri, gömülmeleri gerekmiş de olsa... Öğrenilecek başlıca erdem, belki de, bu eşitliktir." (s. 218)

Göçmüş Kediler Bahçesi #4

Masalın da Yırtılıverdiği Yer
"Kedilere benzeyebilseydik keşke. Öyle diyesim geliyor sık sık, bu son yıllarda. Yaşadıkları anın iyicene farkındalar gibi. Bir şey bekliyorlarsa bir deliğin başında, onları oyalayıp oradan uzaklaştırmak pek güç. Bildikleri bir yerde bildikleri bir iş görülürken, her gün seyrettikleri, kendilerince katıldıkları (anlayamadığımız, bakarak da bir işe katılınabilldiğidir) o işe sanki ilk kez bakacaklarmış gibi uyuklamakta oldukları yerden kalkmağa üşenmeden, gidip seyrederler yapılanları... Uykularının hangi katındalarsa, o katın uykusunu yaşarlar." (s. 212 - 213)

"Ama sabah saatleri, benim kavga saatlerimdir. Beni kendimden başkası olmağa zorlayacak işleri o saatlerde bir güzel görürüm de öğleyi bulmadıkça mektup bile yazmak istemem. Dünyaya, insanlara, çevreme, her sabah yeniden uyarlamam gerekir kendimi. Konuşmak bile güç gelir. En azından, kavga etmeksizin, kırıcı olmaksızın, 'hırlamak'sızın konuşmak... Yazı işe, çok söylemişimdir, acılarımı, öfkelerimi kusmak için kullanmak isteyeceğim bir araç değil benim gözümde. Yazıyı araç diye görenlere saygı duyabilirim; ama ben, kalemi elime aldığımda, -acıların, öfkelerin tortusuyla doldursam da yazımı- dolaysız acımı, dolaysız öfkemi dökmeyeceğim diye karar verdim. Günüm öğle üzerleri başlar benim, gecenin en sessiz saatlerine dek genişleye genişleye sürer.

Ama kitapların da bir yerde bitmesi gerekir." (s. 215)

Göçmüş Kediler Bahçesi #3

Bir Başka Tepe
"Yaşamnın artığından eksiğinden çok, çeşitleri var. Herkes elinden geldiği ölçüde yaşar. Nedir zaten yaşamak dediğin?
Garip değil mi yaşamımızı nasıl kurduğumuz? Bir iplik parçası, bir çivi, bir mantar, bir kâğıt, bir paçavra, biraz toz, birkaç hiç... Bir araya gelir bunlar, adı "bir yaşam" olur." (s. 205)

"Yola çıkmamı bırakalım bir yana, tepeye tırmanmağa başladığım sırada bile, yapacağım işin ululuğu doldurmaktaydı içimi. Oysa şimdi, çıkışımı bitirmek üzereyim, doruğa yaklaşmaktayım, ama beni ayakta tutan, yürüten, ilerleten, doruğa varma düşüncesi değil artık. Belki de, varacağı yere yaklaştığını, vardığını bilmenin verdiği bir gurur duygusuyla öyle oluyor kişi. Herkesin üstüde bir yere ulaşmış durumdayım. Çok çok, sisten çıkıp doruğa varmak, başımı sağa sola çevirmekle yetinip her şeyi, her şeyin geçmişini geleceğini görmek var bundan sonra, daha yukarıda, biraz daha yukarıda. Son olacak yukarıda. Görüp ne olacak, demez mi kişi? Kime anlatacak gördüklerini aşağı inmeden? Aşağı inmekse galiba olanaksız. Kitaplar çıkanı yazmış bugüne dek, tek tük de olsa. Ama inmeden söz edilmiyor hiçbir yerde. Edindiği bilgiyi aşağıya ileten, varsa bilinmiyor.
Kaldı ki oraya varan, vardıktan sonra güç iner..." (s. 205 - 206.)

Göçmüş Kediler Bahçesi #2

Usta Beni Öldürsen E
"Her gösteriden önce mahallede kapı altlarından attıkları, kahvelere, kıraathanelere bıraktıkları, sokaklarda dağıttıkları el ilanlarının birer örneğğini, her gece, eve döndükten sonra özenle özel sandığına yerleştiren ustasu, bir gece, artık yetiştin, usta cambaz oldun, bu işi sana bırakıyorum dediğinde, bu sözlerin gönül okşayıcılığını bir yana iterek, bunlar da anı değil mi sanki usta, diye soracak olmuştu da, ustası kükremiş, yetişmemişsin daha, diyerek onu bir sıkı paylamıştı. Bunlar anı değil, ipimizden artakalacak tek im; yaşayışımız, yaşadığımız, yaşantılarımız düpedüz, demişti. Her günle, her gösteriyle sırtımıza biraz daha binen ölümün yükü, bu sandığı artık kaldırıp taşıyamadığımız gün, tamam olacak, bize çökertecektir, bunu iyi bil; bunlarda sen varsın, ben varım; yaşadığımızı gösterecek, başkasına olsun, bize olsun, gösterecek bir şey var mı elimizde, bu kâğıt yığınından başka?" (s. 114)

Göçmüş Kediler Bahçesi

Korkusuz Kirpiye Övgü
"Korkumuzu azaltmalıyız. Azaltmak için de dolaşıp gezmeli, gerçek tehlikelerle karşılaşıp bu tehlikelerden kurtulmanın yolunu bulmalıyız. Yola çıkarken, yalnız düşmanla karşılaşacağımı düşünüyordum, dostlar da çıktı karşıma. Dostu tanımak için gerekli vakti her zaman bulabilir miyiz? Ben de biliyorum: Yok o kadar vaktimiz." (s. 68)

2010 Kitaplığı

Ocak 2010
Jale Parla - Don Kişot'tan Bugüne Roman
Vüs'at O. Bener - Dost / Yaşamasız
Şubat 2010
Semih Gümüş - Öykünün Bahçesi
Virginia Woolf - Kendine Ait Bir Oda
Adalet Ağaoğlu - Romantik Bir Viyana Yazı
Demir Özlü - Bunaltı
Nurdan Gürbilek - Ev Ödevi
Jean Paul Sartre - Bulantı
Tezer Özlü'den Leylâ Erbil'e Mektuplar
Mart 2010
Yusuf Atılgan - Anayurt Oteli
Soren Kierkegaard- Kaygı Kavramı
Ahmet Hamdi Tanpınar - Huzur
Vüs'at O. Bener - Buzul Çağının Virüsü
Demir Özlü - Bunaltı
Jean Paul Sartre - Varoluşçuluk
Nisan 2010
Onat Kutlar - İshak
Bilge Karasu - Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı
Orhan Duru - Bırakılmış Biri
Bilge Karasu - Gece
Erdal Öz - Yorgunlar
Ferit Edgü - Kaçkınlar
Beşir Fuad - Şiir ve Hakikat
Oruç Aruoba - İle
Talat Parman - Ergenlik ya da Merhaba Hüzün
Şahabeddin Süleyman - Çıkmaz Sokak
Mayıs 2010
Sevim Burak - Ford Mach I
Hasan Kolcu - Hece - Aruz Tartışmaları
Feyyaz Kayacan - Sığınak Hikâyeleri
Bilge Karasu - Troya'da Ölüm Vardı
Tomris Uyar - Dizboyu Papatyalar
Leylâ Erbil - Cüce
Haziran 2010
Tomris Uyar - Yaza Yolculuk
Barış Bıçakçı - Bizim Büyük Çaresizliğimiz
Oğuz Atay - Tehlikeli Oyunlar
Cervantes - Don Quşjote I
Italo Calvino - Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu
Ahmet Hamdi Tanpınar - Hikâyeler
Handan İnci - Roman ve Mekân
Selçuk Baran - Güz Gelmeden
Temmuz 2010
Cervantes- Don Quijote II
Nurdan Gürbilek - Yer Değiştiren Gölge
Abdullah Uçman - Fatih'te Geçen 40 Yılın Hikâyesi
Virginia Woolf - Orlando
Mina Urgan - Virginia Woolf
Ahmet Hamdi Tanpınar - Aydaki Kadın
Vladamir Nabokov - Pnin
Ahmet Hamdi Tanpınar - Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa
Laurence Sterne - Tristram Shandy Beyefendi'nin Hayatı ve Görüşleri
Franz Kafka - Dava
Ağustos 2010
Tomris Uyar - İpek ve Bakır
Barış Bıçakçı - Baharda Yine Geliriz
Orhan Pamuk - Benim Adım Kırmızı
Hasan Ali Toptaş - Bin Hüzünlü Haz
Bilge Karasu - Ne Kitapsız Ne Kedisiz
Ahmet Hamdi Tanpınar - Tanpınar'ın Mektupları
Eylül 2010
Orhan Pamuk - Manzaradan Parçalar
Yıldız Ecevit - Türk Romanında Postmodernist Açılımlar
Herman Melville - Kâtip Bartleby
Murat Gülsoy - 602. Gece
Refik Halid Karay - Memleket Hikâyeleri
Refik Halid Karay - Gurbet Hikâyeleri
Sabahattin Ali - Yeni Dünya
Sabahattin Ali - Kağnı / Ses
Sabahattin Ali - Değirmen
Ekim 2010
Şerif Aktaş - Refik Halid Karay
Gaston Bachelard - Uzamın Poetikası
Oscar Wilde - Dorian Gray'in Portresi
Thomas Mann - Venedik'te Ölüm
Kasım 2010
William Faulkner - Ses ve Öfke
Ayşe Sarısayın - Unutulmaz Bir Atlı
Tomris Uyar - Yaz Düşleri Düş Kışları
Dostoyevski - Yeraltından Notlar
Tezer Özlü - Yaşamın Ucuna Yolculuk
Nurdan Gürbilek - Mağdurun Dili
Tezer Özlü - Eski Bahçe / Eski Sevgi
Lukacs - Roman Kuramı
Barış Bıçakçı - Aramızdaki En Kısa Mesafe
Tezer Özlü - Zaman Dışı Yaşam
Tezer Özlü - Kalanlar
Tezer Özlü - Tezer Özlü'den Leylâ Erbil'e Mektuplar
Tezer Özlü / Ferit Edgü - Her Şeyin Sonundayım
Oscar Wilde - Sanatçı: Eleştirmen, Yalancı, Katil
Tezer Özlü - Çocukluğun Soğuk Geceleri
Roland Barthes - Yazının Sıfır Derecesi
G. Deleuze / F. Guattari - Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin
Refik Halid Karay - Memleket Hikâyeleri
Aralık 2010
Samuel Beckett - Murphy
Refik Halid Karay - Gurbet Hikâyeleri
Marcel Proust - Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde
André Breton - Nadja
Fernando Pessoa - Şeytanın Saati
Georges Perec - Şeyler
Selim İleri - Kırık Deniz Kabukları
Yusuf Atılgan - Bütün Öyküleri
Nathalie Sarraute - Yönelişler