22 Ağustos 2011 Pazartesi

Gündökümü II #2

"Küçük Prens, kendi türünde biricik kitap olma özelliğini hâlâ taşıyor, ne var ki sevenlerin çokluğu gözümü korkutmuyor değil. Sağcısı, solcusu, orta-yolcusu, hayvanseveri, çevrecisi, feministi, masalcısı, gerçekçisiyle herkesin sevgilisi. Exupéry'nin de yarattığı başkişi gibi birdenbire dünyadan uçup gitmesi, efsaneye bir efsane daha katıyor. Edebiyat yapıtlarının kitlelere malolması, sevinilecek bir olay ama bu kadar farklı dünya görüşlerininden, kültürlerden, sınıflardan gelme kişilerce aynı heyecanla kucaklanması, bağra basılması, yazarın anlamsız bir sevgi selinde boğulmasına yol açabiliyor, ortalamayı yakalamak gibi bir beceri çıkıyor ortaya. Exupéry yaşasaydı, eminim, bilmeden bir numara çevirmiş bir hokkabaz gibi şaşkınlığa düşerdi bu beklemediği ilgi karşısında. Oysa kendisi her nabza göre şerbet vermemiş de her nabız bu şerbeti nedense almış. Nedense?" (s. 352)

Gündökümü II

Sinema-deliliği
"Ekrandan bir solukta geçen görüntüler, çocukluktan başlayarak nasıl etkiliyorlar bizi. Bazan ışıklar saçan bir yüz -Romy Schneider, bir James Dean- bazan bir sahne -Bisiklet Hırsızları'ndaki lokanta sahnesi, 400 Darbe'nin bitişi estetik anlayışımızı, dünya görüşümüzü, siyasal tavrımızı yönlendirebiliyor.
Bu konuda bir deneme yapmak amacıyla bir oyun uydurdum geçenlerde: Şöyle bir öneri: "Düşünün, bomboş bir gün uzanıyor önünüzde. Beyazperdenin gelmiş geçmiş şimdiki bütün oyuncuları emrinizde; istediğinize göre siyah-beyaz ya da renkli halleriyle gelecekler. Uçak saatlerini, seçtiğiniz ülkelerin uzaklığını, harcamaları falan hesaplamayacaksınız. Her an her yerde olabilirsiniz. Yalnızca bütün bit günü kimlerle, nerelerde, nasıl geçireceğiniz önemli. Sabah kahvaltısı, öğle yemeği, ikindi çayı, akşam ve gece nasıl dolacak? Kişilere ayırdığınız süre deyince, dakikalar bile önemli." (s. 160)

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Bir İçim Su

Yatak ve Harp
"Medeni adam için yatağı, yaşadığı dünya üzerinde, ara sıra yalnız kendisinin yaşaması için kurduğu ikinci bir dünyadır.
Hemen hemen yarı ömrümüzün geçtiği bu dünyayı, uyumak için uzanılan bir sedir sayamayız. Hayatın iğrençliğinden ve korkunçluğundan kaçıp sığındığımız zaman bizi kapan, örten, saklayan, koruyan bir kucaktır. Orada geçici ve tehlikesiz bir intihar devri yaşarız: Dışarıdaki hayatla ilişiğimiz kesilir." (s. 180 - 181)

9 Ağustos 2011 Salı

Gündökümü #6

"Yoz bir toplum düzeninde yaşamaktan usanıp yaşamlarına son verenlere, üstlerine gaz döküp kendini yakanlara hasta gözüyle bakıyoruz. Onları ruh hastası saymakla, insanın insanca yaşamak hakkına, insan olarak yaşayamıyorsa yaşamı dışlama kararına tepeden bakıyoruz. İnsan yaşadığı toplumdan utanç duyduğu için pekâlâ canına kıyabilir, inanıyorum buna. Böyle önemli bir kararın arifesinde, benzer kararlardaki bocalamalara da yer yoktur üstelik: kaldırım kirlense de olur, banyo kanlansa da, çocuklar korksa da, dostlar üzülse de. Bu tür incelikle, kaygılar çok geride kalmıştır." (s. 342)

Gündökümü #5

"Yolculuğa çıkarken, evde kendimden iz kalsın istemem nedense. Giysilerimi ortadan kaldırırım, saç tokalarımı gizlerim. Bu, ben artık hiç yokum, demektir ama hazırlanma tedirginliğini atlatana kadar günlük gazeteleri, yarım bıraktığım romanları inceden inceye okur bitiririm ki, o gün orada olduğum belli olsun." (s. 132)

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Gündökümü #4

"'Baştan beri EV vardı' demek geliyor içimden, 'baştanberi ev vardı, ne ışık ne de söz.'" (s. 86)

Gündökümü #3

"Yemek yemeden günler geçiriyorum. Bugün iyice hastayım. Bir kriz falan mı geçirdim acaba? Bildiğim tek şey, ayağa kalktığımda yürüyemedim, ayaklarımın üstüne basamadım düpedüz. Bir-iki kere daha başıma gelmişti. Hep aynı şeyi diyorlar: Doktora git.
Ne diyeceğim ben doktora? 'Radyoda haberleri dinlerken hastalanıyorum, korkunç bir tedirginlik duyuyorum sözgelimi, ellerim avuçlarım kaşınıyor, gözlerim yanıyor, tırnaklarımı kemiriyorum, boğazımda bir öfke düğümleniyor, yok yere kavga çıkarıyorum, kırıcı oluyorum.'"

Gündökümü #2

"Bizleri perişan eden, elimizi kolumuzu bağlayan; büyük kavgalara biriktirmemiz gerek öfkeyi ve gücü, günlük yaşama içinde ucu ucuna harcamak zorunda kalışımız. Sürekli aldatılma, yanıltılma; neyi, nasıl ve ne uğrunda harcadığını bilmemenin belirsizliği; siniri de parayı da." (s. 70)

Gündökümü

"Neruda ne iyi diyor: 'Yalnız Kedi, baştanberi kusursuz biçimdeydi' diye. Yere düşen bir gazete, yeni ütülenmiş bir çamaşır, yeni alınan bir eşya, hep Kedi içindir. Evin en rahat, en yüksek, en alımlı köşesini bulur ve kendine ayırır. Kedi, evi sever. O yüzden denizi bile aşıp bulur evini de sahibini pek aramaz. Sahipsizdir. Yemek vererek gönlünü kazanamazsınız. Sizi o seçer, görmeyince de unutur. Bir daha gördüğünde, aradan hiç zaman geçmemiş gibi sürdürür ilişkiyi. (...) Kedi, kendi varoluşunun başlıbaşına bir mutluluk kaynağı olduğu inancındadır, ödün vermez. Nankör sayılması bu yüzdendir sanırım. Almaktan çok paylaşmayı sevenlerin hayvanıdır Kedi. Uyudu mu kinini de unutur. (s. 20)