31 Aralık 2010 Cuma

Ceren'e Masal

"Konuşmam yetmiyormuş gibi düşünmeye de başladım. En kötüsü de buydu. Çoğu insanlar gibi düşünmeden konuşsaydım kimse bir şey demeyecekti; ama ben düşündüğümü söylemeye kalktım. Yukarıya bildirildi; başöğretmen beni getirtip ağzıma acı biber sürdü. 'Böyle gidersen beynine de sürülür' dedi." (s. 119)

Kırık Deniz Kabukları

"Bazan bir kitabın sayfaları arasında gezinir, sevinçten, coşkudan, apaçık mutluluktan gözüme uyku girmezdi. Bazan tasalar, sıkıntılar, inanılmaz kaygılar duyardım.
Çok defa, sonuna kadar okuyup sonlarını da öğrendiğim romanların, çoktan bitmiş öykülerin kişilerini yeni bir hayatta yaşatabileceğim kuruntusuna kapıldım. Bu, söze dökemeyeceğim, ayrıca kimsenin tahmin edemeyeceği kadar heyecan verirdi.
Dediğim gibi, bazan bir hayal dünyasında, hele okuduğum kitap el veriyorsa, kendimi olduğumdan başka görür, artık yaşamak istediklerimi yaşar, başka kişilerin kimliğine bürünür, nice nice serüvenlere atılır, yine sevinçler, acılar duyardım. Öyle kaç kez hayatları ve romanları değiştirdim, hayalimde onları yeniden yaşattığım, kaleme aldığım oldu." (s. 2)

19 Aralık 2010 Pazar

Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin

Minör Edebiyat Nedir?
"Kendilerinin olmayan bir dilde yaşayan ne kadar insan vardır günümüzde? Kendi dillerini bile bilmeyen ya da henüz bilmeyen ve kullanmaya zorlandıkları mahör dili de iyi bilmeyen ne kadar insan vardır? Göçmenlerin ve özellikle de çocukların sorunu. Minör bir edebiyatın sorunu, ama aynı zamanda hepimizin de sorunu: Dili eşebileyecek minör bir edebiyat, öz dilden nasıl çekip çıkartılır? İnsan nasıl kendi öz dilinin göçebesi ve çingenesi olur? Kafka, çocuğu beşikten almak, gergin ipte dans etmek diyor." (s. 29)

14 Aralık 2010 Salı

Nadja

"Kimim ben? Pek yapmadığım bir şey ama bir atasözüne göndermede bulunabilirim: Gerçekten de, her şey, dönüp dolaşıp şuna varır: Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyeyim. İtiraf etmeliyim ki bu ifade kafamı karıştırıyor, çünkü bazı varlıklarla aramda düşündüğümden öte, daha özel, daha az kaçınılabilir, daha etkileyici, allak bullak edici ilişkiler oluşturmaya çalışıyor. Bu ifade söylemek istediğimden de fazlasını söylüyor, ben daha yaşarken bana bir hayalet rolü oynatıyor ve besbelli ki, neyse o olmam için, var olmaktan vazgeçmem gerektiğini ima ediyor." (s. 9)

Proust İmgesi

"Proust, tüm dünyanın bir anda bir ömür süresi kadar yaşlanmasını sağlamak gibi akılalmaz bir işi başarmıştır. Ama başka zaman sadece solup giden ya da uyuklayan şeylerin bir anda parlayıp sönmelerini sağlayan bu yoğunlaşma da gençleşmeden başka bir şey değildir. Yitik Zamanın Peşinde, bütün bir ömrü, aslında ancak tek bir an üzerinde toplanabilecek bir dikkat ve bilinçle aydınlatma çabasıdır. Canlandırmaktır Proust'un yöntemi, düşünmek ve çözümlemek değil. Yaşamda bizi bekleyen dramları yaşayacak zamanımız olmadığını bilir. Bizi yaşlandıran da budur işte, sadece bu. Yüzlerimizdeki kırışıklar, biz evde yokken kapımızı çalmış olan büyük tutkuların, günahların ve sezişlerin kayıtlarıdır." (s. 112)

12 Aralık 2010 Pazar

Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde #11

"'Belki de,' diyorum kendi kendime, 'güzel bir metnin değerinin kesin ölçütü , o metni yazarken alınan zevk değildir; zevk, belki genellikle fazladan eklenen, ama yokluğu metnin değerini düşürmeyen, tamamlayıcı bir durumdur sadece. Belki de kimi şaheserler esneyerek yazılmıştır.'" (s. 240)

Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde #10

"Fotoğraf, gerçeğin bir kopyası olmaktan çıkıp bize artık mevcut olmayan şeyleri gösterdiğinde, yoksun olduğu haysiyeti bir ölçüde kazanmış oluyor." (s. 302)

"Zevk de fotoğraf gibidir. Sevdiğimiz insanın yanında alınan, negatif bir klişedir sadece; bunu daha sonra, evimize döndüğümüzde, insanlarla görüştüğümüz sürece kapısı kapalı olan içimzdeki karanlık odaya girebildiğimizde banyo ederiz." (s. 394)

"Bir insanı tam olarak tanımak mümkün olsaydı, ancak başlangıçtaki optik yanılgılar (çeşitli denemeler sonucunda) anlaşıldıktan sonra o noktaya gelinebilirdi. Ama mümkün değildir; çünkü bizim o insanı görüşümüz düzelirken, kıpırtısız bir hedef olmayan o insanın kendisi de bir yandan değişir; biz onu yakaladığımızı zannederken yer değiştirir ve nihayet onu daha net gördüğümüzü düşündüğümüzde, aslında netleştirmeyi başardığımız şey, onun eskiden yakaladığımız, artık onu temsil etmeyen görüntüleridir." (s. 395)

"İnsan kesin bir anı arar, ama daha o anda görüntü bulanır." (s. 371)

Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde #9

"Bazı insanlar, aşırı meraklarıyla canınızı sıkarlar, bazıları da mutlak meraksızlıklarıyla; bunlara en sansasyonel olaylardan söz edersiniz, haberleri bile yoktur; kimileri, onlarla değil, sizinle ilgiliyse, bir mektubunuza aylarca cevap vermezler veya size bir şey sormaya geleceklerini söylerler; siz, geldiğinizde evde olmama korkusuyla dışarı çıkmaya cesaret edemez, beklersiniz, gelmezler, sizi haftalarca bekletirler; çünkü kesinlikle cevap gerektirmeyen mektuplarına sizden bir cevap gelmeyince sizi kızdırdıklarını zannetmişlerdir. Kimileri de, sizin arzunuza değil kendi arzularına kulak verip, kendileri neşeliyse, sizi görmek istiyorlarsa, sizin ne kadar acil bir işiniz olursa olsun, tek kelime etmenize izin vermeden konuşurlar; ama hava durumu veya kendi keyifsizlikleri yüzünden yorgunsalar, tek kelime alamazsınız ağızlarından, çabalarınıza bir ölü kıpırtısızlığıyla karşı koyarlar ve söylediklerinize, hiç duymuyormuşçasına, tek hecelik cevaplar vermek zahmetine dahi katlanmazlar. Her arkadaşımızın öyle kendine has kusurları vardır ki, onu sevmeye devam edebilmek için, -yeteneğini, iyiliğini, sevecenliğini düşünerek- kusurlarını kendimize unutturmaya, daha doğrusu, bütün iyi niyetimizi gösterip dikkate almaya mecburuzdur. Ne yazık ki, arkadaşımızın kusurunun görmemek konusundaki hoşgörülü inadımız, onun kendi körlüğü veya başkalarına atfettiği körlük yüzünden bu kusuruna saplanıp kalma inadının yanında hiç kalır. Çünkü o bu kusuru görmez ya da görülmediğini zanneder." (s. 282 - 283)

Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde #8

"Beni bilirsin, alışkanlıkların insanıyımdır. En sevdiğim insanlardan ayrıldıktan hemen sonraki ilk günlerde, mutsuz olurum. Ama onları hep aynı şekilde sevmeye devam ettiğim halde, alışırım, hayatım sakinleşir, yatışır; onlardan aylarca, yıllarca ayrı kalmaya dayanabilirim." (s. 270)

Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde #7

"Alışkanlık her şeyi zayıflattığı için, bir insanı bize en iyi hatırlatan şey, aslında unuttuğumuz şeydir (önemsiz olduğu için unutulmuş ve bu sayede bütün gücünü koruyabilmiştir çünkü)." (s. 196)

Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde #6

"Beethoven'ın dörtlüleri (XII., XIII., XIV. ve XV. dörtlüler), elli yıllık bir çaba sonucu, Beethoven dörtlüleri dinleyicisini yaratmış, çoğaltmıştır; böylece, bütün şaheserler gibi, sanatçıların değerinde olmasa bile, en azından toplumda bir gelişme sağlamıştır; bu toplum, bugün büyük ölçüde, şaheserin ortaya çıktığı anda kolay kolay bulunamayan öğelerden, yani onu sevebilecek insanlardan oluşmaktadır. Gelecek kuşaklar dediğimiz şey, eserin gelecekteki kuşaklarıdır. Eserin, (basitleştirmek için, aynı çağda, paralel biçimde, kendisinden başka dehaların da yararlanacağı bir kitleyi geleceğe hazırlayabilecek öteki dehaları hesaba katmazsak) kendi gelecek kuşaklarını kendisi yaratması gerekir. Yani eser bir kenarda tutulmuş, sadece gelecek kuşaklar tarafından tanınmış olsaydı, bunlar bu eser için bir gelecek kuşak değil, sadece elli yıl sonra yaşamış bir çağdaşlar topluluğu olurdu. Bu yüzden de sanatçının, eserinin yolunu izlemesini istiyorsa eğer, yeterince derinliği olan bir yere, uzak geleceğe, eserini fırlatması gerekir." (s. 96)

Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde #5

"Erdemlerimiz, özgür, değişken, kullanımı daimi şekilde bize ait şeyler değillerdir; zihnimizde erdemlerimiz, karşılaştığımızda kendilerini harekete geçirmeyi görev bildiğimiz olaylara öyle sımsıkı bağlanmıştır ki, karşımıza farklı nitelikte bir olay çıktığında, gafil avlanır ve bu erdemlerimizi kullanabileceğimi aklımıza bile getirmeyiz." (s. 8)

11 Aralık 2010 Cumartesi

Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde #4

"Dünyada benden bu kadar farklı insanlar olmasına hayret etmekteydim; çünkü şehirdeki bu gezintiyi otel müdürü bana bir eğlence olarak tavsiye etmişti; ayrıca otelin, abartılı da olsa, koca bir müşteri topluluğunun zevklerine hitap eden broşürüne bakılırsa, aslında bir işkence mekânı demek olan yeni bir yaşama mekânı, bazı insanlara 'zevk ve mutluluk merkezi' gibi gelebiliyordu." (s. 215)

Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde #3

"Hayat hakkında kötümser bir hüküm verir ve doğru bir hüküm olduğuna inanırız, çünkü mutluluk ve güzelliği de hesaba kattığımız kanısındayızdır; oysa onları hesaba katmamış, ikisinden de bir nebze olsun iz taşımayan sentezler koymuşuzdur onların yerine. İşte bu yüzden bir aydına yeni bir 'güzel kitap'tan söz edildiğinde, sıkıntıyla esnemeye başlar, çünkü okuduğu bütün güzel kitapların bir tür bileşimini hayal eder; oysa güzel bir kitap özeldir, tahmin edilemezdir, kendinden önceki şaheserlerin toplamından oluşmaz, bu toplamı tamamen özümsemiş olmak, bu yeni şaheserin özünü bulmaya katiyen yetmez; çünkü o zaten bu toplamın dışındadır." (s. 207 - 208)

Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde #2

"Rüyalardaki insanların isimleri bizi yanıltabilir. Sevdiğimiz insanı rüyada, sadece hissettiğimiz acının şiddetinden tanıyabiliriz." (s. 182)

Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde

"Romancılar Zaman'ın geçip gitmesini anlaşılır kılabilmek için, yelkovanların dönüşünü delice hızlandırarak okura iki dakikada on, yirmi, otuz yılı geçirtmek zorundadırlar. Bir sayfanın başında umutlarla dolu halde bıraktığımız âşığı, bir sonraki sayfanın sonunda seksenlik, düşkünler yurdunun avlusunda günlük gezintisini güç bela tamamlayan, söylenen sözlere zar zor cevap veren, geçmişi unutmuş bir ihtiyar olarak buluruz. Babam benimle ilgili olarak, 'Artık çocuk değil, zevkleri değişmez artık, vs...' demekle, ansızın Zaman içinde kendimi göstermişti bana; duyduğum hüzün, henüz o bunak ihtiyar değilmişim de, yazarın kitabın sonunda, özellikle zalim olan kayıtsız bir tonda, 'Köyden giderek daha nadir ayrılır oldu. Sonunda temelli köye yerleşti vs...' diye anlattığı roman kahramanlarından biriymişim gibi bir hüzündü." (s. 52 - 53)

3 Aralık 2010 Cuma

Murphy #6

"Sonuçta karşılaşılan yalnızca sessizliktir, kötü gizlenen ve kötü ifade edilen şey arasındaki, beceriksizce söylenen yalan ile zorunlu yalan arasındaki şu kırılgan ayrım."(s. 163)

Murphy #5

"Tedavinin işlevi hastayı kendi küçük, özel çöplüğünden çıkarıp muhteşem dünyanın merak, sevgi, nefret, tutku, sevinme, ağlama gibi farklı unsurlarıyla, paha biçilmez ayrıcalığına yeniden kavuşacağı ve kendisinden hiç de farklı olmayan ötekilerle akılcı ve dengeli biçimde avunacağı duruma getirmek ve aradaki uçurumu kapamaktı.
Ama bütün bunlar, psikiyatrların sürgün diye tanımladığı bedensel ve ussal deneyimi barınak; iyiliksever bir dizgeden kovulmuş olarak değerlendiren, hastaları da müthiş bir fiyaskodan kaçmış kişiler olarak gören Murphy'yi çileden çıkarıyordu. Eğer aklı günlük olayları yorumlamak bilmeyen bir araç gibi alt alta yazıp toplayan şaşmaz bir yazarkasa olsa, o zaman kuşkusuz aklın yitimine üzüntü duyabilirdi. Ama böyle olmadığına göre, aklı diye adlandırdığı şey bir araçtan çok, içinden kendinin soyutlanmış olduğu günlük olayların bir izdüşümü biçiminde ortaya çıktığına göre aklın yokoluşunu, zincirlerinden kurtulmaya özdeşleştirip alkışlamasından daha doğal ne olabilirdi?" (s. 114)

Murphy #4

"Murphy usunu dış evrene sımsıkı kapalı, büyük ve oyuk bir küre olarak tasarlıyordu. Bir fakirleşmeden söz edilemezdi, çünkü bu kürenin içinde dış dünyada bulunan hiçbir unsur eksik değildi. Dışındaki evrende sanal ya da gerçek olan ya da sanaldan gerçeğe dönüşen ya da gerçekten sanala gerileyen her şey onun iç evreninde yerini bulmuştu, bulacaktı." (s. 72)

"Böylece Murphy kendini bir beden ve bir us olarak ikiye bölünmüş hissediyordu. Görünürde bir iletişim vardı aralarında, yoksa ortak bir şeye sahip olduklarını nasıl bilebilirdi. Ama usunu bedeninden soyutlanmış hissediyordu ve ne iletişimin hangi yoldan sağlandığını ne de iki deneyimin nasıl olup da birbirlerinin alanlarına taştığını anlayabiliyordu. İkisin de birbirinden bağımsız olduğuna inanıyordu. (s. 72)

"İkiye parçalanmıştı, bir parçası aydınlık, gölge ve karanlık bir küre olarak tanımladığı şu usundaki odayı terk etmiyordu hiç, burdan çıkış yoktu çünkü. Ama ussal dünyadaki her devini, bedenin dünyasında bir dinlenme gerektiriyordu. Yatağında uyumak isteyen bir adam. Başının ardındaki bölmeden çıkmak isteyen bir fare. Adam farenin gürültüsünü duyduğu için uyuyamaz, fare de adamın gürültüsünü duyduğu için çıkamaz. Biri uyanık kalır, öteki de beklerken mutsuzdur, ama adamın uyuduğunu, farenin de deliğinden çıktığını varsayarsak, ikisinin de mutluluklarını kesinleyebiliriz." (s. 73)

Murphy #3

"Akıl onu kaybetmekten korkanlara kene gibi yapışırdı. Ya onu kaybetmeyi umut edenlere..." (s. 63)

Murphy #2

"Murphy'nin mutsuzlukları erken başlamıştı. Yalnızca ilk ağlayışına kadar gerilere uzanırsak, uluslararası müzik kurallarına göre saniyede 435 çifte titreşimli la olacağına, tık nefes bir sol'dü viyaklaması. Amatör ve oldukça usta bir flütçü olan, eski Dublin Orkestrası'nın ateşli üyesi, dürüst jinekolog, nasıl da düşkırıklığına uğramıştı! Bir ağızdan lanetler haykıran milyonlarca minik gırtlaktan yalnızca Murphy'nin yanlış nota çıkarması, ne büyük bir üzüntüyle saplanmıştı! Yalnızca ilk ağlayışına kadar gerilere uzanırsak." (s. 51)

Murphy

"Üstesinden gelinen her güçlük, yerini bir başkasına bırakıyor. İnsan gereksinmeleri kısır bir döngü oluşturuyor. Biri tatmin edilir edilmez, öteki çıkıyor karşımıza." (s. 42)

"İşler düzelecek beklentisi ortadan kalkarsa, kötüye gider korkusu da siliniyor." (s. 43)

Gurbet Hikâyeleri

Hülle
"İnsan kendi memleketinden uzaklaşıp da böyle başka ırklarla meskûn ayrı isimli yerlere gitti mi bilmediği, görmediği acayip vakalarla karşılaşmak, birtakım sergüzeştler geçirmek ister. Çoğu defa, bunları yapamadığı içindir ki seyahatinden mübalağacı, hatta yalancı olarak döner. Bire bin katmak, habbeyi kubbe yapmak, fili yılana yutturmak... İşte yolculuğun eskiden resimli gazete ve sinema asrından evvelki maksadı bunlar idi." (s. 82)