8 Eylül 2010 Çarşamba

Manzaradan Parçalar: Hayat, Sokaklar, Edebiyat #5

Coleridge'in Yaşlı Gemici'si
"Büyük şair, içinden gelen sesi tanıyan, ona güvenen, kendine ve söyleyeceği sözün gücüne güvenen kişidir. İçimizden geleni dinlemeyi öğrendiğimiz anda, ister şair olalım, ister romancı: şiirin, romanın olması gerektiği gibi, yazılması gerektiği gibi yazıldığını da hissederiz.
Bu bakımdan şiir de roman da aynıdır. Biz yazarlar, şiirlerimizin, romanlarımızın, orada anlattığımız, gösterdiğimiz her şeyin, her olayın, her nesnenin kendilerinden başka, bir de ikinci anlamları olması gerektiğine inanmayız. Kendi adıma söyleyeyim: Tam tersine inanırım. Romandaki olayın, (yerini anlatının içinde güzelce bulmuşsa) ne anlama gelebileceğini bilmemek en iyisidir. Yalnız şiirlerin anlamı ve değeri değil, romanların anlamı ve değeri de, okura verdikleri zevkle, güzellikleriyle, okura sundukları deneyimin (okuma serüveni) derinliği ve şaşırtıcılığı ile ölçülmelidir. Bu güzellik ve okuma tecrübesinin boşluğu metnin yüzeyinde kalmaz, ta derinlere gider. Hayatın, insan olmanın, bu dünyada yaşamanın anlamının derinliklerine... Gene de bizi bu derinliklere sürükleyen sahnenin, olayın ne anlama geldiğini biz yazarlar, şairler çoğu zaman (her zaman değil) bilmeyiz, akıllıca bir tutumla bilmek de istemeyiz. (Akıllı eleştirmenler, zeki yorumcular, tutkulu okurlar bazan, bunu bizden daha iyi bilirler, sezerler.)
Kendimden son bir örnek: Anlaşılması en zor romanımın Yeni Hayat olduğu, hele kitabın ilk çıktığı 1994 yılında, Türkiye'de çok yazıldı, çok söylendi. O günlerde hiç tanımadığım bir okurla telefonda konuştum. Anlaşılmaz olduğu söylenen Yeni Hayat hakkında çok övücü sözler de söylediği için kendimi tutamadım ve okura kitabımdan ne anladığını sordum.
'Bilmiyorum ne anladığımı.' dedi okur bana. 'Ama çok hoşuma gidiyor.'" (s. 231)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder