6 Temmuz 2010 Salı

Orlando #2

"Onda kitap sevgisi çok erken başlamıştı. Çocukluğunda bazen geceyarısı bir sayfanın başına geçmiş okurken yakalanırdı. Meşalesini elinden aldılar ve ateşböceği besleyip onları kullandı. Ateşböceklerini elinden aldılar ve bir çırayla az kalsın evi yakacaktı. Konuyu bir fındık kabuğuna sığdırıp, buruşmuş ipeği ve onun bütün çağrışımlarını açmayı romancıya bırakarak kısaca söyleyecek olursak, edebiyat aşkına tutulmuş bir beyzadeydi o. Pek çok çağdaşı ve daha da çok sınıfdaşı bu mikroba yakalanmamayı başarmışlardı ve böylece cancağızlarının istediği gibi koşmakta, at koşturmakta ya da sevişmekte özgürdüler. Ancak bazılarına genç yaşta cennet çiçeğinin tozlarından ürediği ve Yunanistan'la İtalya'dan esen rüzgarlarla geldiği söylenen bir mikrop bulaşmıştı ve bu öylesine öldürücüydü ki vurmak üzere kalkan eli titretir, avını izleyen gözü bulandırır, aşkını ilan eden dili dolaştırırdı. Bu hastalığın ölümcül doğası gereği gerçeğin yerine bir hayalet konulurdu ve böylece talihin her türlü armağanla -sürüyle tabaklar, çarşaflar, evler, hizmetkârlar, halılar, yataklar- donattığı Orlando bir kitabı açar açmaz bu sınırsız servet buhar olup uçardı. Evini oluşturan dokuz dönüm taş yok olurdu; ev işlerine bakan yüz elli adet hizmetkâr kaybolurdu; seksen binek atı görünmez olurdu; miyasmanın altında denizdeki sis gibi buharlaşan halıları, kanepeleri, süslemeleri, porselenleri, tabakları, sirkelikleri, ocaklı sahanları, çoğu som altından başka eşyayı saymak çok uzun sürer. İşte böyleydi ve Orlando çırılçıplak, tek başına oturup okurdu."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder